1989 yılının Martında bir sabah şafak sökmeden merhaba demişim dünyaya.Durmadan oynamış, çok gezmiş, çok görmüş ama neredeyse hiç anlatmamışım. Anlatmayı sevmemişim bir türlü. Yazmayı sevmişim çünkü. Şarkı söylemeyi, hikaye yazmayı, görüntüler almayı.. Sanatın anlatım gücünü daha sevecen ve güçlü bulmuşum besbelli. Takvim vuslatın yaklaştığını her gün biraz daha sesli bağırmaya başlasa da ben hala yağmur yağmaya başladığında paçalarımın çamur olması için, saçlarımın ıpıslak, yüreğimin ise besberrak olması için evden dışarı şemsiyesiz fırlamışım. İçimde birileri varmış, sessiz duruşuma tek sebep. Çünkü o kadar arsız ve o kadar arzuları tükenmezmiş ki bedenime dışarı gösterecek en ufak bir heyecan kırıntısı bırakmazmış, hepsini o istermiş. O birileri beni buraya sürüklemiş. Çok söz geçiren bana genelde kontrolü kaybettiren ama her seferinde bencilliğinin ardında yatan esas gayesinin beni hoş tutmak olduğunu nihayetinde anlayabildiğim ve günden güne diğer insanlardan beni alıkoyan, yalnızlığın cazibesini öğreten o birileri..